Şeyh Sait Ayaklanması

Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kafidir.

Mustafa Kemal Atatürk-Kastamonu Nutku

Bu isyanlar, tarih boyunca devlet otoritesini reddederek kendi derebeyliklerini kuran ağalar ve şeyhler tarafından sürekli bir sorun olarak varlığını sürdürdü. Dış destekli olduğu artık bir gerçek olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve ulusal yapısını yıkmaya yönelik olan bu isyanlar Cumhuriyet döneminin hiçbir aşamasında son bulmadı.

İsyanın Başlangıcı

13 Şubat 1925 tarihinde, asker kaçaklarını yakalamak üzere görevlendirilen bir jandarma birliği, Bingöl’ün Eğil Bucağı’na bağlı Piran köyüne gelmişti. Ancak bu görev için köye gelen askerler, bilmedikleri bir gerçekle karşılaşacaklardı. O dönemde henüz farkında olmasalar da, bu askerler, yeni kurulan Cumhuriyet’in en büyük olayını başlatacaklardı.

O gün, Piran köyü Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahim tarafından yönetilen bir köydü ve ayaklanmaya hazırlık yapan Sait, o gün üç yüz atlısıyla birlikte Piran köyünde bulunuyordu. Jandarma birliğinin komutanları olan Teğmen Mustafa ve Teğmen Hasan Hüsnü, kaçakların iadesini istemek amacıyla Şeyh Sait’in yanına gitmişlerdir. Ancak Şeyh Sait, kaçakları teslim etmeyi reddetmiş ve askerlere ateş açılmıştır. Bu saldırı sonucunda, Teğmen Mustafa ve Teğmen Hasan Hüsnü esir alınmıştır.(Bazı kaynaklarda esir ve yaralı sayısı farklılık göstermektedir.) Normalde birkaç ay sonra başlaması için hazırlık yapılan isyan bir tesadüf sonucu 13 Şubat tarihinde başlamıştı.

Şeyh Sait Kimdir?

Şeyh Sait, Elazığ’ın Palu ilçesinde 1865 yılında doğan Şeyh Mahmut Feyzi’nin yedi çocuğundan biridir. Dedesi olan Şeyh Ali Septi, Nakşibendi tarikatının Doğu Anadolu’daki önemli bir lideridir ve aynı zamanda Malatya, Elazığ, Erzurum, Bingöl ve Muş illerindeki medreselerin yöneticiliğini yapıyordu.

Babasının vefatından sonra, aşiretin başına geçmiştir. Şeyh Sait’i Zaza asıllı Nakşibendi şeyhi, Kürt lideri olarak tanımlayabiliriz. Bölgedeki Nakşibendi Tarikatı’na bağlı olan Şeyh Sait, Sünni müritlerin lideri olarak kabul edilmiştir. Okuma yazma bilmezken, ilginç bir görünüşe sahip, toprak sahibi bir ağa olarak tanınmıştır.

Şeyh Sait, aşiretine bağlı köylerin arazilerinde koyunları otlatırken, köylülere ücretsiz çobanlık yaptırıyordu. Dinsel konumunu kullanarak köylülerden büyük bir servet elde etmiştir. Ancak, bu köylüleri nasıl kandırdığı, en rahatsız edici yönü oluşturmaktadır. Sözde müritlerine, “din ve Allah yolundaki inançlarını sınamak için birer hayvan gibi muamele yapıyordu.” Şeyh Sait ayaklanması tanıklarından Şeyh Eyüp’ün ifadesine göre, müritlerini “boyunlarına yular takıp ahıra bağlatıyor, hayvanlar gibi böğürtüyor, eşek gibi anırtıyor ve onları, tekkenin veya oturduğu konağın önünde diz üstünde yürütüyordu.” Bu şekilde Şeyh Sait, köylüleri manipüle etmekte ve onların emeklerini sömürmekteydi.

Şeyh Sait, Yeni Cumhuriyet’in onu rahatsız ettiğini ve Osmanlı döneminden alıştığı ayrıcalıklı haklarını kaybedeceğini düşünüyordu. Bu durumu engellemek için dini otoritesini kullanarak Kürt aşiretlerini “Kemalist hükümetin kafirce siyasetine karşı” ayaklanmaya çağırdı. Kendini Allah’ın emriyle hareket eden bir lider olarak tanımlayarak cihat ilan etti. Amacı, Cumhuriyet’in getirdiği değişikliklere karşı direnmek ve eski düzenin devamını sağlamaktı.

Şeyh Sait, kız alıp verme yoluyla aşiretini genişletmiş ve bölgedeki etki alanını önemli ölçüde artırmıştı. Bu nedenle isyan hızla yayıldı. Ancak Varto ve Tunceli’deki Alevi aşiretleri isyana katılmadı, hatta karşı koydu. Savaşçı ruhlarıyla ünlü olan Vartolu Hormek aşiretinin lideri Veli Ağa, isyana çağıran Cıbranlı Kürt Miralay Halil Bey’e şu şekilde seslendi: Halil Bey, erkekçe konuşalım. Bizim Nemrut'la akrabalığımız yoktur. Siz Hamidiye alayları oldunuz ve yıllarca birbirimizi öldürdük. Şimdi beylik istiyorsunuz, biz size köle olmayız. Kardeş gibi bir arada yaşayalım, bu yolu bırakın.Veli Ağa, beylik taleplerine karşı çıkmış ve barışçıl bir şekilde birlikte yaşam önermiştir. Veli Ağa isyancı güçlere karşı savaşmış ve Mustafa Kemal tarafından kendilerine kutlama telgrafı yollanmıştır.

Cihatçı olduklarını iddia eden bu kişiler, ellerinde yeşil sancak ve göğüslerinde Kuran-ı Kerim ile bankaları, evleri ve dükkanları soyarak ilerlemeye başladılar. Bingöl ve Elazığ’ı Kürdistan’ın geçici başkenti yapmak isteyen bu gruplar, Lice, Ergani ve birçok köyü işgal etti. Diyarbakır’da çatışmalar gerçek bir savaş ortamına dönüştü. 24 saat boyunca süren sokak çatışmalarında silahlı Kürtler, cami şerefelerinden Türklere ateş açtılar. Nakşibendi tarikatına mensup olan hocalar, Şeyh Sait’in yanında savaşanlara cennetten ödüllerin vaat edildiğini söylüyorlardı. “Kemalist hükümetin başı ezilmelidir” tarzında bildiriler dağıtıyorlardı.

Dini yoğun bir şekilde kullandıkları yetmezmiş gibi, bu gruplar etnik milliyetçilik propagandası yapmaktan da geri durmadılar. Destek için Tunceli ve Muş beylerinin yardımını talep ettiler. Kürt tarihinden, bağımsız bir devlet kurma arzusundan ve Avrupalı devletlerin sağlayacağı desteklerden bahsettiler. Aynı zamanda bildiriler dağıtarak mesajlarını yaydılar.

Şırnak aşiret reisi Abdurrahman Ağa, Bağdat’taki İngiltere başkonsolosluğuna gönderdiği mektupta şu ifadelere yer veriyordu: “Kürt milletinin haklarını kazanıp kendi hükümetini kurana kadar, savaş malzemeleri konusundaki eksikliklerimizi gizli yardımlarla giderebiliriz.” diyordu.

Perde Arkası

Tıpkı Cumhuriyet tarihinin geçmişten günümüze kadar yaşanan diğer isyanları gibi, bu ayaklanmanın da dış bağlantıları bulunmaktaydı. İngilizler, zengin petrol yatakları sebebiyle Musul ve Kerkük’ten ayrılmak istemiyor ve Kürtleri yeni kurulan Türk devleti üzerinde baskı unsuru olarak kullanıyordu. Bu durum, dış müdahalenin etkisini çok net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Ayaklanmanın başladığı günlerde, Bağdat’taki Fransız komiserliği, Paris’e 40 sayfalık bir rapor gönderdi. Bu raporda, Ortadoğu’da çelişen İngiliz ve Fransız çıkarlarını ve bu duruma bağlı olarak İngiliz-Kürt ilişkilerini inceleyen ayrıntılar yer almaktadır. Rapor şunları belirtiyordu: “Şeyh Sait, 1918 yılından beri İngiliz mandası altında bir Kürt devleti kurma amacı güden İstanbul Kürt Komitesi'ne bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Şeyh Sait, 1918'de Kürtistan bağımsızlığı için çalışan Türkiye Komitesi lideri Abdullah Bey tarafından, İngilizlerin Kürt politikasının temel unsurlarından olan Binbalı Noel ile iletişime geçirildi.”

Rapor, Şeyh Sait’in İngilizlerle bağlantısını ve Kürt bağımsızlığı hedefini vurgulamaktadır. Bu durum, İngilizlerin Kürt politikasının bir parçası olarak Şeyh Sait’i desteklediği ve onun üzerinden Kürtler arasında etkinlik sağlamaya çalıştığına işaret etmektedir.

İstanbul’daki İngiltere Büyükelçilik görevlisi, 28 Şubat 1919 tarihinde Londra’ya gönderdiği raporda, Kürtlere tam anlamıyla güvenmese de çıkarlarımız gereği onları kullanmamız gerektiğini ifade ediyordu. Raporun detaylarında ise şu ifadeler yer alıyordu: “Türk yönetimine alışmış olan Kürtlerin tamamının yeni bir koruyucu kabul ettirilmesi zor olacaktır. İngiliz çıkarları, dağlık bölgelerde yaşayan Kürtlerin bulunduğu Musul ve Güney Kürdistan'a odaklanmaktadır. Musul ve bölgesinin, diğer bölgelerinden ayrılarak yeni bir bağımsız Kürtistan devletine bağlanabileceği düşünülmektedir... Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek oldukça zor olacaktır.”

Şeyh Sait ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta sıkıyönetim ilan ettiği ve askeri birliklerini Musul’a taşıdığı dönemde meydana geldi. Bu sırada, Sömürge Bakanı Musul’u denetlemek üzere ziyaret etmekteydi ve güçlü bir İngiliz donanması da Basra’ya doğru yol alıyordu.

Ayaklanmanın devam ettiği dönemde Bağdat’taki Fransız Yüksek Komiserliği, Paris’e gönderdiği raporda şunları belirtmiştir: “Kürt ayaklanması aniden ortaya çıkmamıştır; Kürt Dağları'nda yanıcıların desteği ve kışkırtmasıyla başlamıştır. Bölgede yaşanan olaylar, İngilizlerin Mustafa Kemal'e ve Ankara'daki meclise karşı yürüttükleri politikanın bir parçasıdır ve İngilizlerin yenilgilerinden sonra affetmedikleri bir durumdur. Kürt ayaklanması daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Musul üzerinde iddiaları olan Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında dahi huzuru sağlayamadığını ortaya koyacaktır.”

Evet, Şeyh Sait isyanıyla ilgili dış kaynaklı raporlar ve belgeler, isyanın dış destekle gerçekleştiğini ve ardındaki nedenlerin anlaşıldığını göstermektedir. İngilizlerin yanı sıra, devrik Osmanlı padişahı Vahdettin’in de isyancılara destek verdiği bilinmektedir. Bu destek, isyanın hedeflerinin ve bağımsızlık taleplerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden etkilenen bir dönemde ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. İsyancıların ve destekçilerinin çeşitli politik, etnik ve sosyal motivasyonları bulunmaktadır, ancak dış kaynaklı raporlar bu faktörlerin yanı sıra dış güçlerin etkisinin de önemli olduğunu hatta sırf onların çıkarları adına bu ayaklanmanın başladığını göstermektedir.

İsyanda Yaşananların Kronolojisi

  1. Şeyh Sait isyanı başlar. 13 Şubat’ta Piran Köyü’nde ayaklanma gerçekleşir.
  2. İsyancılar, jandarma teğmenini esir alır ve bir eri şehit eder. Ayrıca telgraf hatlarını keserler.
  3. Piran’dan Eğil bucağına geçerler ve bucağın müdürüyle 10 jandarmayı esir alırlar.
  4. Genç hapishanesi ve jandarma dairesi basılır, jandarmalar da esir alınır.
  5. İsyancılar, 16 Şubat’ta Genç ilinin merkezi Darahini’ye saldırır. Şehir üç gün boyunca isyancıların kontrolü altında kalır ve yağmalanır. Bölgedeki Ziraat Bankası’na el konulur.
  6. Öğretmen Mehmet Zeki, isyanı Ankara’ya bildirir ve bu nedenle önce hapiste tutulur, ardından öldürülür.
  7. İsyancılar, Lice’ye doğru ilerler ve Hani bucağını ele geçirir. Telgraf hatları kesilir.
  8. İsyancılar, üç kola ayrılarak Çapakçur, Muş ve Diyarbakır yönlerine ilerler.
  9. Çapakçur Hükümet Konağı’na saldırır ve ele geçirir.
  10. İsyancılar, 20 Şubat’ta Türk Ordusu ile çatışmaya başlar. Yarbay Cemil komutasındaki bir süvari alayı pusuya düşürülüp esir alınır.
  11. İsyancılar, yeşil bayrak ve Kuran’larla ilerleyerek halktan da destek alır.
  12. İsyancılar, 2 Mart’ta Elazığ’ı ele geçirir ve yağmalamaya başlar.
  13. Şeyh Abdullah, Muş cephesini tutar, Varto’yu alır ve Erzurum’a doğru ilerlemeye başlar.
  14. Şeyh Sait ve adamlarının asıl hedefi Diyarbakır’dır. 7 Mart’ta Diyarbakır’a saldırırlar.
  15. Kuzey cephesinde surlar dışında yapılan savunmayla isyancılar geri püskürtülür. Güney cephesinde ise içeriden yardım alarak şehre girerler.
  16. General Mürsel Paşa’nın gönderdiği süvari kuvvetleri, isyancıları geri püskürtür.
  17. Şeyh Sait ve eşkıyaları, ilk kez 8 Mart’ta yenilgiye uğrar ve geri çekilirler.
  18. İsyancılar dört bir yandan kuşatılır.
  19. Nisan başında Silvan, Palu ve Piran isyancılardan geri alınır.
  20. Tüm bu süreçte Türk Hava Kuvvetleri’nin operasyonlarıyla isyan bastırılmaya çalışılır.
  21. İsyannın elebaşlarından Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir yakalanır.
  22. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, 23 Mayıs 1925’te Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşını, 28 Haziran 1925’te de Şeyh Sait ve 46 arkadaşını idam cezasına çarptırır.

İsyan Sırasında Ankara

İsyan haberi ulaştığında Ankara’da, Atatürk Aşar vergisinin kaldırılması ve Türk Tayyare Cemiyeti’nin kurulması gibi önemli çalışmalar üzerinde yoğunlaşmaktaydı. İngiltere’nin Musul’daki petrol kaynaklarına olan ilgisi biliniyordu ve bu nedenle bölgedeki Kürt aşiretlerini kışkırtmasının sıradan bir durum gibi görülmesi şaşırtıcı değildi. Meclis, durumun ciddiyetini tam olarak anlayamamış ve olaya küçük çaplı bir eşkıyalık olarak bakmıştı. Askeri harekatlar ve sıkıyönetim ilanlarıyla isyanın bastırılabileceği düşünülmekteydi. Ancak beklentilerin aksine durum hiç de öyle olmadı. İsmet Paşa ve Fethi Okyar, isyana karşı alınacak önlemler üzerine bir toplantı düzenledi. Ancak Fethi Okyar’ın daha ılımlı politikaları yeterli sonuç vermedi ve isyan giderek büyüdü. Artık etkili önlemlerin alınması gerekiyordu. Uluslararası boyutunun farkına varılması ve isyanın devam etmesi durumunda Cumhuriyet rejiminin büyük bir tehlikeye gireceği, hatta eski rejim yanlılarının bile destek bulabileceği anlaşılıyordu. Bu nedenle, sorunun ciddiyetinin kavranması ve isyanın önlenmesi için etkili adımlar atılması gerekiyordu.

3 Mart 1925’te Fethi Bey başbakanlık görevinden istifa etti ve yeni hükümetin kurulması için İsmet İnönü’ye yetki verildi. Meclis içerisinde yoğun tartışmalar yaşandı. Cumhuriyet Halk Fırkası grubunda silahlı çatışmalara varan olaylar gerçekleşti. Bunun üzerine durumu kontrol altına almak için devlet başkanı olarak Atatürk toplantıya çağrıldı. Ayaklanmanın tüm boyutlarını açıklayan bir analiz yaptı ve durumu aydınlatıcı bir şekilde açıkladı. İsmet Paşa, hükümetin ilk olarak vatana ihanet kavramını genişleterek Hıyaneti Vataniye Kanunu’na bir ekleme yapmasını sağladı. Daha sonra Meclis, Takrir-i Sükun Kanunu’nu çıkardı. Üç gün sonra biri doğu illerinde , diğeri ise Ankara’da görev yapacak olan İstiklal Mahkemeleri kuruldu.

Terakkiperver Fırka yöneticileri, genel başkanları Kazım Karabekir önderliğinde her iki girişime de karşı çıktılar. Ayaklanmanın bastırılması ve sert önlemler alınması konusunda isteksizdiler. Ancak Meclis, bu talepleri reddetti ve gerekli yasaları kabul etti. Vatana ihanet kanununu genişleten yasa, “dinin kutsal saydığı kavramların siyasi amaçlarla kullanılmasını” yasakladı. Bu yasa Meclis’te 22 ret oyuna karşın 122 oyla kabul edildi.

7 Mart 1925’te ulusa ve orduya bir bildiri yayınlandı. Bildiride, “Kamu huzurunu bozan olay, yalnızca doğudaki vatandaşlarımızı değil, ülkenin her yerini etkiliyor; milletin rahatına, mutluluğuna, çalışma hayatına, ekonomi ve üretimine zarar veriyor" ifadesine yer veriliyordu. Ayrıca kamu görevlilerine ve orduya, "Yüksek memurlardan ve geçmişi şan ve şeref dolu olan Cumhuriyet ordusu mensuplarından vatanın iç ve dış bütünlüğü için fedakarlık ve görev duygusu bekliyoruz” şeklinde bir çağrıda bulunuluyordu.

Bu süreçte Ankra’ya karşı çıkmayı kendine görev haline getirilen eski rejim yanlısı, dış destekli olduğuna innılan çoğu dergi ve gazete kapatıldı.

İsyanın bastırılması için yapılan toplantılarda Genelkurmay da yerini aldı. Genelkurmay, hazırlıklardan sürekli bilgilendirildi ve görüşlerini ve önerilerini sundu. Belirlenen plan doğrultusunda, ayaklanmacılar dokuz tümenlik bir orduyla kuşatılacak ve hava gücü de harekata katılacaktı. Harekat ve askeri hazırlık, çeşitli iklimsel ve çevresel faktörler nedeniyle Mart 1925’in sonuna kadar tamamlandı ve ayaklanma bölgesi tam anlamıyla kuşatma altına alındı. İran, Suriye ve Irak gibi kaçış güzergahları Nisan ortasında kesildi. Şeyh Sait ve beraberindeki kişiler Nisan ortasında kuşatıldı. Sait, umutsuzluğa kapılarak yenilgiyi kabul etti ve teslim oldu. Üzerinde çeşitli belgeler bulunan ve yetkilileri şaşırtacak kadar fazla miktarda altın bulunan Sait, ele geçirildi. Ayaklanma, 13 Şubat’ta başlamış olup 62 gün sürmüş ve 15 Nisan 1925’te tamamen bastırılmıştır.

Sorgular

Soru: İsyan harekatını nasıl düşündünüz, nasıl buldunuz, sizi teşvik
edenler mi vardı? Yoksa ilham mı vaki oldu?

  • Haşa ilham .. İlham vaki olmadı. Kitaplarda gördük. İmam ne
    vakit şeriatın ahkamını icra etmezse üzerine kıyam vaciptir. Hükumete
    şeriat meselesini anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının icrasını talep edecektik. Allah’ın kaderi beni bu işe düşürdü. İçine bir düştüm, bir daha çıkamadım.

Soru: Bu isyanı kimlerle ve nerede hazırladınız?

  • Tertibatı evvel yoktu. Piran vak’asında alevlendi. Biz de düşdük içine ve işe başladık. Ben, Lice ‘ye geldim hiçbir suretle kimseye
    birşey dememiştim. Bu vak’adan önce idi kimseye gizli, aşikar bir şey
    söylememiştim.

Soru: Yunan bütün memleketimizi çiğnerken ne için bu topladığınız
dört bin kişi ile Yunan üzerine yürümediniz?

  • O zaman yine giderdik, vaktimiz yoktu. O zaman biz çok perişandık. Vaktimiz olsaydı durmazdık .. Balkan muharebesinde müheyya
    olduk istemediler. Bu muharebede muhacir, fakir idik.

Soru: Bu isyanı kimlerle ve nerede hazırladınız?

  • Tertibatı evvel yoktu. Piran vak’asında alevlendi. Biz de düşdük içine ve işe başladık. Ben, Lice ‘ye geldim hiçbir suretle kimseye
    birşey dememiştim. Bu vak’adan önce idi kimseye gizli, aşikar bir şey
    söylememiştim.

Soru: “Din kalktı!’ diyorsun. Namazını kılmıyor muydun? Camilerde ezan okunmuyor muydu?

  • “Evet, ibadetime kimse karışmıyor, her isteyen namazını kılabiliyor ve camilerde ezan okunuyor… Fena yaptık! Bundan sonra iyi olur inşallah!”

Sonuç

Bernard Lewis der ki; Şeyh Sait isyanının çıkartılmasının arkasındaki ana neden, Atatürk Devrimleri ne Cumhuriyet devrimlerine karşı din elden gidiyor diye devlete ayaklanmayı başlatan Şeyh Sait ve Şeyh Sait’in yanında bu isyana katılanlardır.

Genel olarak süreci incelediğimiz zaman Nakşibendi tarikatı ve Şeyh Sait din üzerinden insanları manipüle ederek bu işin lokomotifliğini üstlenirken asıl amaç o dönem Milletler Cemiyeti’nde tartışılan Musul ve Kerkük’ü Türk himayesine vermemektir. Yeni Cumhuriyet’in iddiası Kürtler ve Türklerin et ve tırnak gibi birbirinden ayrılamaz bir bütünü temsil ettiği yönünüdedir. Bu sebeple Musul ve Kerkük’te yoğun olarak yaşayan Türkmenlerin ve Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı insanlar olduğunu bu sebeple bölgenin bizim himayemizde olması gerektiği yönündedir. Çıkan bu isyan ise bizim bu konudaki görüşlerimizi tamamen çürütmek adına başlamıştır. Dinsel görünüşlü bir isyan gibi gözüksede isyanın gerçekte İngiliz işbirliği ile filizlenen bir Kürtçülük ideolojisi hakimdir. 20 Eylül 1924’te Milletler Cemiyeti’nde tam bu konuların görüşüldüğü tarihten hemen sonra 13 şubat 1925’te isyan başlıyor. Bunun sonucunda 5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara anlaşması ile genç Cumhuriyet Musul ve Kerkük bölgesinden vazgeçmek zorunda kalıyor.

Tüm bunların yanı sıra, Şeyh Said’in dağıttığı bildirilerde yer alan “Hilafetsiz Müslümanlık olmaz, Mustafa Kemal ve Paşalar dinsizdir, kadınlar açıldı ve fuhuş yapıyor, din elden gidiyor” gibi ifadelerin polis soruşturması sonucunda, bunları basanların aslında başka yerlerden basılıp temin edildiği anlaşılmıştır. Çünkü o dönemdeki teknoloji ve bölgenin şartları göz önüne alındığında, bu tür materyallerin bölgedeki insanlar tarafından basılması imkânsızdı. Aynı zamanda ele geçirilen silahların İngiliz yapımı olduğu ve toplanan belgelerde İngiliz silah fabrikasının kataloglarının bulunduğu ortaya çıkmıştır. Tüm bu bulgular, günümüzde bile emperyalizmin hala Türkiye’yi bölmeye yönelik çabalarını sürdürdüğünü göstermektedir. Bölücü terör örgütlerine tırlar dolusu silah yardımı yapıldığı ve yakalanan kişilerden çıkan mühimmatın tamamının dış ülkelerden geldiği kesinlik kazanmıştır. Bölgede bu tarz isyan girişimlerinde bulunan terör örgütleri tamamen emperyalist ülkelerin silahlı taşeronluğunu yapmaktadır.

İsyanın ilerlediği tarihlerde Şeyh Said “Kürtlerin yaşadığı yerleri Türklerin elinden alacağız.” tarzında vaazlar vererek asıl amacını deşifre etmiştir.

Emperyalizm bu coğrafyadaki amacından hiçbir zaman vazgeçmedi.

Yararlandığım Kaynaklar

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir